29 Eylül 2017 Cuma

Büyük düğün kapıda...

Evlenen ben değilim tabi. Benim evliliğim daha yakın gelecekte pek mümkün görünmüyor ki hala istediğimden de emin değilim -hoş istemek için hayatımda biri olması lazım o ayrı mesele- Evlenen çiftimiz hatırlar mısınız emin değilim ama Batu ve Defne. Buralara gelip yazma fırsatım olmamış olsa da neler oldu neler şu evlilik yolunda. Aynı evde kalıp dünyanın en mutlu ve uyumlu çifti olarak yaşayan çiftimiz evlilik teklifi, aileye söyleme, ailelerin tanışması ve nişandan sonra nasıl çatırdamalar yaşadı görmeyen bilemez. Zaman zaman Defne kaçtı geldi yanıma Batu aldı götürdü eve bazen de Batu sinir krizleri geçirdi. Olayların da hiçbiri ikisinden kaynaklı değil üstelik. Aile faktörü işin içine girdiğinden beri hayat çocukların burunlarından geldi diyebilirim. Defne'nin ailesi Defne'nin bir ilişkisi olduğunu ve bu yüzden işi bile okuduğumuz şehirde bulduğunu biliyordu ama birlikte yaşadıklarını bilmiyordu. Batu'nun ailesi zaten muhafazakar bir aile ve oğullarının arkadaşı olduğunu sandıkları kızın sevgilisi olduğunu öğrenince bir şok yaşadılar bir de sonradan nasıl öğrenmişlerse birlikte kaldıklarını öğrenmişler falan bir sürü gereksiz tartışma çıktı aileler arasında. Bizim çocukların arada kalmaları olsun alttan almaları aynı zamanda evlilik hazırlıkları derken ayrı ayrı kafaları yandı. Hatta bir ara yüzükler bile atıldı da neyse ki birbirlerinden ayrı kalamayan çiftimiz toparlayabildiler durumu. Birkaç ayda yaşadıkları şu olayların çeyreğini ilişkinin tamamı boyunca yaşamamışlardır ama aileler de artık duruma alışmış olacak ki çocuklara daha fazla karışmıyorlar. Hayır yani benim anlamadığım biz zamanında topluca Batu'nun ailesinin yanına gidip onlarda kalmıştık hatta anne babası çok güzel davranmıştı çocuklarını bize emanet etmişlerdi ama iş evliliğe gelince bir farklı şeyler çıktı resmen içlerinden. Defne'nin ailesi de aynı şekilde. Arkadaşlarken sorun yok ama iş sevgililik hatta evliliğe gelince yok onun osu var yok bunun busu var, yok o öyle kız yok çocuk böyle çocuk vs. resmen dur diyemediler kendilerine. Sonuç olarak evlilik geldi dayandı kapıya ve kendimi o şahit koltuğunda görecek olmak nasıl diyeyim beni biraz korkutuyor. Tamam evlenen ben değilim ama en yakın arkadaşımın evliliğine şahit olacak olmak kendimi biraz garip hissettiriyor. Neyse ki uzun zamandır hayallerini kurduğum yıllık iznime düğünden 2 gün önce başlayıp düğünden hemen sonra balayı çiftini de yollayıp kendimi ver elini Avrupa diyerek tatile çıkaracağım. Bu sefer yalnız olmayacağım tabi o ayrı mesele. Bakalım bu sonbahar neler getirecek bize.

18 Eylül 2017 Pazartesi

Sinema günü

Bir süredir yalnız zaman geçirebilmek için fırsat kolladığım gibi bir gerçek var. Çevresi insanlarla dolu, aşırı popüler ve telefonu asla susmayan biri değilim ama işle çok zaman geçirince kalan zamanda arkadaş ve aileyi sığdırmak biraz zor olabiliyor. E arkadaşlarım ilgi bekliyor, ailem ilgi bekliyor, işler birikiyor derken kendimle zaman geçiremez oldum. Yazın bütününde sanki hiç tatil yapmamışım da sadece çalışıp küçük kaçamaklar yapınca beynim patlar duruma geldi ve bir pazarı tamamen kendime ayırdım. Normal günde kahvaltı etmeyen ben pazar kahvaltısı için sabah 9'da evden çıktım. Annemin arkamdan laf ettiğini duydum tabi ama bir gün dedim, sadece bir gün için kimsenin yakınmasını ya da tribini dikkate almayacağım! Telefonumu sessize aldım, çantama aylar önce aldığım ama işe giderken yolda bile okuyamadığım kitabımı attım çıktım. Kahvaltıdan sonra bir boşluğa düşmedim desem yalan olur ve o ara es kaza telefonuma bakıp gelen 1-2 maili gördüm. Pazar günü bari rahat bırakın diyerek bildirimleri kapatsam da bütün gün o maillere bakmamak için kendimi ciddi anlamda zor tuttum. Neyse bütün gün dışarıda tek başına ne yapılır diye düşünürken aklıma vizyona yeni giren filmlere bakmak geldi ki It'i görünce hemen ilk seansına atladım en yakın sinemada. Aslında korktum dersem biraz yalan olur ama film gerçekten beni etkiledi diyebilirim. Kitabı okumadan gittiğim için başta biraz kendime ihanet etmiş gibi hissettim doğrusu ama daha sonra fark ettim ki kitabı okumam mümkün değil. En son Josh Malerman'ın Gölün Dibindeki Ev'ini okurken yaşadığım nefes darlığını düşününce Stephen King'in de farklı bir etkisi olmayacağına karar verdim. Filmi kitaba göre mi devam ettirecekler merak ediyorum doğrusu ama benim oldukça beğendiğim bir gerçek. Daha sonra kendime "madem korku filminden çıktım o zaman şimdi biraz eğlenelim" diyerek bu sefer de Despicable Me'ye girdim ki o minionlara bayıldığımı söylemem lazım. İlk filmde salon neredeyse boştu -pazar ilk seans olduğu için muhtemelen- ama ikinci filmde salon genç ve çocuk kaynıyordu. Öyle ki kendimi biraz yaşlı bile hissetmiş olabilirim. Onda da 80'ler ve 90'lar müziklerinin de katkılarıyla baya eğlendim. Daha sonra acıktığıma karar verip çok uzaklaşmadan bir yerlerde bir şeyler yedim ve son seansa bir bilet daha aldım. Daha önce Labirent filmiyle beni fazlasıyla üzen Dylan O'Brien'a bir şans daha vermek istediğim için gittiğim American Assassin tam bir hayal kırıklığı oldu diyebilirim. Aslında konusuna bakınca klişelerle dolu bir film olduğunu anlamıştım ama izleyince sıkıntıdan taklalar attım oturduğum yerde. Bir de 1-2 kelime Türkçe konuştu diye salonda kendinden geçen birkaç genç kızımızı görünce iyice fenalar bastı ama bunun filmle alakası yok tabi. İşin bir başka ilginç kısmı 24 yıldır Türkiye'de yaşayan Türkçe konuşan bir birey olduğum halde filmde Türkçe bölümlerde altyazı olmadığı için o kısımlardan tek bir kelime bile anlamadım. İngilizcem harika değildir belki ama normal diyaloglarda Türkçede yaşadığım zorluğu yaşamadım. Bütüne bakınca ortalama bir filmdi ama kendisi. Malum, her sene Amerika bu tarz ve konuya sahip bir film yapıp baş rol olarak da gözde yakışıklılardan birini koymazsa içi rahat etmiyor, geceleri gözüne uyku girmiyor. Keşke bu senenin son aksiyon filmini Dunkirk'te bıraksaydım. En azından Nolan'ın olay işleyişi beni kendine çekmiş ve tek bir sahnede bile sıkılmadan Dunkirk'ü zirveye taşımıştım. Son izlediklerim arasında hiç kötü film yok diyebiliyordum. Neyse artık American Assassin'in de seveni vardır herhalde diye daha fazla bir şey demiyorum. Sabahtan akşama kadar dışarıda olduğum için aslında ayaklarımda minik bir sızı var ama kafamın içindeki sesler susmuş gibi hissediyorum. Belki %100'lük bir dinlenme olmadı ama bir güne üç film ve bir de kitap sığdırmış olmak kendimde bir şeyler başarmış hissi uyandırdı. Kitap nedir diye sorarsanız da Stefan Zweig'in Bir Kadının Yaşamından Yirmidört Saat. Onu beğendin mi diye soracak olursanız evet, beğendim. Zaten son zamanlarda İş Bankası Yayınları benim sayemde kazanıyor gibi bir şey. Stefan Zweig benim son 6 aylık dönemde favori yazarlarımdan biri oldu. Boş buldukça kendimi onun kitaplarına atıyorum.